Günümüzde obezite, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde en önemli sağlık sorunları arasında yer almakta, yol açtığı hastalıklar aracılığı ile ölüm ile ilişkili sayılmaktadır. 1980 yılından bu yana obez sayısı yaklaşık olarak ikiye katlanmıştır.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2008 verilerine göre; 1.4 milyar erişkin fazla kilolu olup, bunlardan 200 milyonun üzerinde erkek ve 300 milyon kadar kadın obezdir. Toplamda dünya erişkin nüfusunun %10’dan fazlasında obezite mevcuttur. 2011 yılı verilerine göre ise; 5 yaş altı çocukların 40 milyondan fazlası aşırı kiloludur. Türkiye’de Obezite Prevalans Çalışmasında (TURDEP I), obezite prevelansı %22,3 olarak bulunmuştur. 2010 yılında yapılan TURDEP II çalışmasında ise, Türkiye’de şişmanlık oranının %32’ye yükseldiği saptanmıştır. Bu dikkat çekici hızlı artış uyarıcı ve alarm niteliğindedir.
- DSÖ tanımına göre obezite, sağlığı bozacak ölçüde vücutta anormal veya aşırı yağ birikmesidir.
Vücut kompozisyonu, temelde yağsız vücut kitlesi (kas, kemik, su ve diğer organik maddeler) ve yağ kitlesinden oluşmaktadır. Optimal yağ oranı erişkin erkeklerde %15, kadınlarda %25’dir. Yağ dokuları, beyaz yağ doku ve kahverengi yağ dokusu olmak üzere iki tiptir. Beyaz yağ dokusu, enerji kaynağıdır. Vücudun birçok yerinde bulunan beyaz yağ dokusu, ayrıca organlara destek olma ve vücut sıcaklığını koruma görevi de yapmaktadır. Bu yağ dokusunun artması sonucunda şişmanlık oluşur. Kahverengi yağ dokusu ise, memelilerin yeni doğan yavrularında ve kış uykusuna yatan hayvanlarda daha fazladır. Vücutta daha çok skapula altı bölgede bulunmaktadır. Temel görevi ısı üretimidir. Şişmanlarda kahverengi yağ dokusu aktivitesinin düşük olduğu bilinmektedir.
Obezitenin genetik kökeni olduğuna dair birçok kanıt vardır. Birçok çalışma; günlük yaşamda egzersiz ve diyetin önemi belirtilmektedir. Yüksek kalori alımı ve düşük fiziksel aktivite gibi çevresel faktörler obezitenin ortaya çıkmasında aktif rol oynar. Ek olarak, obezite ile ilişkili genlerin ve polimorfizmlerin mekanizmalara etkisi, bu hastalığın kalıtımsallığını açıklamaktadır.
Genom Boyu İlişkilendirme Çalışmaları (GWAS)’na göre; erişkinler arasındaki bulgu ve farklılıkların tutarsızlıkları, belirli yaş ve cinsiyete bağlı genlerle açıklanabilir. En büyük çabalar bile 2007’den önce yapılan popülasyon çalışmalarında genetik varyasyonu doğrudan BMI ve obezite riskine bağlayamamıştır. Bununla birlikte, genom ve GWAS Birliği’nin bireylerin örneklerinin niteliklerini değiştirme çabasıyla ilgili son çalışmalar, karmaşık özelliklere bağlı varyantları belirlemiştir.
Karmaşık ve genetik bir bozukluk olan obezite; genetik yatkınlık, epigenetik, metagenomik ve çevre arasındaki etkileşimin bir sonucudur. Obezitenin genetik kökenini anlama çabasıyla sendromik ve non-sendromik monogeniklere, oligogenik ve poligenik obeziteye bağlı çok sayıda gen tespit edilmiştir.
Obezite üç şekilde sınıflandırılmaktadır:
- 1. Vücut yağ dağılımına göre:
Vücutta yağlanmanın yerleşim yerlerine göre Bouchard tarafından dört tip şişmanlık tanımlanmıştır
a. Tip-I: Vücut yağı tüm vücuda benzer oranda dağılmaktadır, ovoid tip olarak adlandırılır.
b. Tip-II: Deri altı yağ gövdede yoğunlaşmıştır. Android yağ depolanması veya elma tipi şişmanlık denir. İnsülin direnci ile ilişkilidir.
c. Tip-III: Viseral yağ karın bölgesinde yoğunlaşmıştır. Glukoz intoleransı, hiperlipidemi ve hipertansiyon ile aralarında ilişki bulunmaktadır.
d. Tip-IV: Uyluk ve kalçada yağ depolanması olup, armut tipi şişmanlık olarak tanımlanır.
- 2. Yağ hücresine göre:
İnsan vücudundaki yağ miktarının artması, yağ hücrelerinin sayısında (hiperplazi) veya yağ hücresinin hacminde (hipertrofi) artış ile oluşur. Çocuklukta oluşan şişmanlık hiperplazi, yetişkinlikte oluşan hipertrofi ile karakterizedir.
- 3. Beden kitle indeksine göre:
Beden kitle indeksi (BKİ); vücut ağırlığının (kg), boy uzunluğunun karesine (m2) bölünmesi ile elde edilen değerdir. En sık kullanılan ölçüm yöntemidir.
DSÖ tarafından yapılan sınıflandırmaya göre; BKİ 25-29,9 arasında olanlar fazla kilolu, 30 üzerinde olanlar obez olarak değerlendirilir, 40 üzerinde ise morbid obez kabul edilir. BKİ’nin 27 kg/m2’nin üzerinde olması bazı kronik hastalıkların görülme riskini artırabilir.
Obezite çok faktörlü ve karmaşık bir etiyolojiye sahiptir. Temelde kişinin aldığı enerji, sarf ettiği enerjiden daha fazla olduğu zaman vücut yağ miktarı artmaktadır. Pozitif enerji dengesinin sağlanmasında beslenmenin önemli rolü vardır. Aşırı veya dengesiz beslenme ile fiziksel aktivitenin az olması, obezite gelişmesinde en önemli etmenlerdir.
Büyük porsiyon yiyecekler, yüksek kalorili içecekler ve yağlı yiyeceklerin aşırı miktarda tüketilmesi ile şişmanlık arasında ilişki vardır. Benzer şekilde, diyette özellikle basit karbonhidrat oranının yüksek olması, fazla alınan enerjinin vücutta yağa dönüştürülüp depolanması sonucunda kilo artışı görülür.
Öğün atlamak, öğün aralarında yağlı-karbonhidratlı besinleri tüketmek, hızlı yemek, aşırı alkol tüketmek de obezitenin oluşumuna katkıda bulunur. Obezite gelişmesinde beslenme ve fiziksel aktivite dışında; genetik, metabolik, hormonal, hipotalamik, psikolojik, sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel etmenler de rol oynar. Kadınlarda obezite sıklığının, ileri yaşlarda erkeklerden daha fazla olduğu gözlenmektedir. Eğitim düzeyi düşük gruplarda yüksek gruptan, gelir düzeyi düşük grupta yüksek gruptan daha fazla obezite gözlenmektedir.
Obezite, çeşitli sistemlerde birçok sağlık problemi ile ilişkilidir. Bunlar aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.
Sistem | İlişkili sağlık sorunu |
Kardiyovasküler | Hipertansiyon, Koroner kalp hastalığı, Serebrovasküler hastalık, Derin ven trombozu |
Solunum | Primer alveoler hipoventilasyon, Uyku apnesi, Dispne |
Sindirim | Hiatus hernisi ve reflü, Safra taşları, Yağlı karaciğer, Kolorektal kanser, Hemoroid |
Hareket | Osteoartrit, Sinir sıkışması |
Genitoüriner | Proteinüri, Üriner taş, Stres inkontinansı, Endometriyal kanser, Prostat kanseri, Fertilite azalması, Cinsel ilişkide güçlük, Gebelik komplikasyonları, Polikistik over sendromu, Meme kanseri, Jinekomasti |
Metabolik / Endokrin | Dislipidemi, İnsülin direnci, Tip 2 Diabetes mellitus, Hiperürisemi, Artmış adrenokortikal aktivite, Değişmiş dolaşan seks steroidleri ve bağlayan globülin |
Deri | Akantozis nigrikans, Lenfödem, Ter döküntüleri |
Psikososyal | Kendinden hoşnutsuzluk, Depresyon, Anksiyete |
Diğer | Ameliyat riskinde artış, Horlama |
Obezitenin tedavisinde kullanılan çeşitli diyet tedavileri ve tedaviye yardımcı olarak uygulanan yöntemler vardır. Kullanılan yöntemlerin kişiye uygun olan kombinasyonlar şeklinde olması gerekir.
- Enerji:
Diyetin enerjisi; bireyin ağırlık ve boy ölçümleriyle, fiziksel aktivite düzeylerine göre bireysel planlanmalıdır. Bireyin günlük enerji alımı, haftada 0.51 kg ağırlık kaybını sağlayacak şekilde azaltılmalıdır. Bu durum yağsız vücut kitlesinden daha az, yağ kitlesinden daha çok kaybetmeyi sağlar.
Zayıflama programlarında bireyin bazal metabolizmasının altında enerji verilmemelidir. Kilo kaybını sağlarken, mümkün olduğu kadar yüksek enerjili (en az bazal metabolizma düzeyinde) diyetlerle kişilerin uzun zamanda zayıflatılması sağlanmalıdır.
Amerikan Kalp (AHA) ve Diyabet Dernekleri (American Diabetes Association-ADA); enerjinin %55-60’ının karbonhidratlardan, %25-30’unun yağlardan ve %15-20’sinin proteinlerden gelmesini önermektedir
- Karbonhidrat:
Diyette şeker gibi basit karbonhidratlar azaltılmalı, kuru baklagiller ve tam tahıl ürünleri gibi kompleks karbonhidratlar arttırılmalıdır. Posa içeriği yüksek olan oligosakkarit ve polisakkaridler mide boşalmasını geciktirerek tokluk hissini sağladığından, diyet programlarında yer almalıdır. Çeşitli posa türlerinin, özellikle de suda eriyebilen posanın; kalp hastalıkları, diyabet ve bazı kanser türlerinden korunma ve tedavisinde olumlu etkisinin olduğu bilinmektedir. Yapılan çeşitli araştırmalarda; posa tüketiminin değişik yaş gruplarında eksikliği bilinmektedir. Diyet posası alımı, günde 25-35 g olarak önerilmektedir.
Diyetin protein içeriği RDA (Recommended Dietary Allowances)’nın önerilerine göre; enerjinin %15-20’si olmalı ve daha çok doymuş yağ oranı düşük protein kaynaklarından yararlanılmalıdır. B12 vitamin gereksinmesini karşılamak açısından toplam proteinin % 30-40 kadarı hayvansal kaynaklardan karşılanmalıdır.
- Yağ:
Sağlıklı beslenme önerileri çerçevesinde enerjinin %25-30’undan sağlanması gereken yağların ˂% 10’unun doymuş, %7-10 çoklu doymamış, geri kalanının tekli doymamış yağlardan sağlanması gerektiği belirtilmektedir.
- Vitamin ve Mineraller
Zayıflama diyetlerinin vitamin ve mineral içeriği günlük gereksinimler kadar olmalıdır. Çok düşük kalorili olmayan yeterli ve dengeli beslenme ilkelerine göre hazırlanmış zayıflama diyetlerinde, vitamin ve mineral yetersizliği söz konusu değildir.
- Sıvı Alımı
Hücrelerin yaşamsal faaliyetleri ve vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesi, vücudun su dengesinin korunması ile mümkündür. Vücuttaki metabolizma atıklarının atılabilmesi için günlük en az 2-3 litre sıvı tüketilmesi gerekmektedir. Su tüketilmesi kabızlığın önlenmesinde de etkilidir.
- Öğün Sayısı
Metabolizmanın düzenli çalışması için, diyet planı küçük miktarlarda besinler içeren, sık öğünlerden oluşmalıdır. Sık öğünler, diyete bağlı termogenezi hızlandırarak enerji harcamasını arttırır. Ayrıca hipoglisemik atakları ve buna bağlı sinirlilik, fenalık ve çarpıntı hissi gibi semptomlarını azaltır. Yemeklerin günde 3-6 öğün şeklinde düzenlenmesi ve öğünler arası zamanın 3-4 saat olması gerekmektedir. Sık öğünlerle beslenme; gereğinden fazla yemeği önler, acıkmayı geciktirir ve bir sonraki öğünde besin alımını azaltır.
- Genetik Etmenler:
Obezite oluşumunda genetik faktörlerin %25-80 oranında rol oynadığı düşünülmektedir. Ailedeki şişmanlık, çocukluk çağı obezitesi için en güçlü risk etmenidir. Aile ilişkisi, çocuğu hem genetik hem de çevresel olarak etkilemektedir. Bugün için obeziteye neden olan genetik-biyolojik mekanizmalar tam olarak bilinmese de, obezitenin altında yatan asıl biyolojik bozuklukların, hipotalamustaki enerji dengesini düzenleyen mekanizmalarda olduğu düşünülmektedir.
Enerji alımının enerji harcamasından fazla olmadığı koşullarda obezite ortaya çıkmaz. İnsan organizmasında enerji alımını, enerji harcamasını ve bunların her ikisini birden etkileyen çok sayıda mekanizma bulunmaktadır. Vücutta yağ dokusu arttığında, beyin; iştahı etkileyen mekanizmalarla besin alımını azaltır ve termogenezisi arttırarak yağ dokusu miktarını normale getirmeye çalışır.
Obezitenin eşlik ettiği bazı nadir hastalıklar hariç, obez hastaların büyük bir çoğunluğu tam bir mendeliyen kalıtım göstermez.
- BMI temel alınarak yapılan çalışmalarda; aynı yumurta ikizleri ve ayrı yumurta ikizleri, ya da ayrı yetiştirilmiş aynı yumurta ikizlerinin BMI varyasyonunda %70 düzeyinde birikme göstererek, yüksek kalıtılabilirlik düzeyi oluşturdukları saptanmıştır.
- Evlatlık çalışmaları ise %30 ve daha az kalıtılabilirlik düzeyi göstermiştir.
- Aile çalışmaları ise, genellikle ikiz ve evlatlık çalışmalarının arasında orta düzeyde bir kalıtılabilirlik göstermiştir.
Bazı çalışmalarda ise; BMI için kalıtılabilirlik düzeyi %25-40 arasında belirlenmiştir. Birinci derece akrabalarda, obezite ya da aşırı kilo olduğunda obez olma riski “lambda coefficient” diye adlandırılan istatistik metotla hesaplanabilmektedir. Bu yöntem, biyolojik akraba obez olduğunda, diğer bireylerdeki obez olma risk oranını populasyondaki risk ile karşılaştırmaktadır. Bu konuda yapılan bir araştırmada; 840 obez bireyin 2349 kişiden oluşan birinci derece akrabalarından elde edilen risk oranlarının toplumdakinden iki kat fazla olduğu gösterilmiştir. Ayrıca o bireydeki obezitenin, ciddiliğine bağlı olarak da risk artmaktadır. Böylece, aşırı obezite riski (BMI>45 kg/m2), aşırı obez kişilerin ailelerinde 8 kat daha yüksektir.
Obezitenin gerçek morbiditesi, vücudun sağlığı olumsuz yönde etkileyen artmış yağ dokusu içeriğiyle ilgilidir. Yağ dokusu içeriğini en doğru şekilde değerlendirmek, araştırma ortamında yapılan vücuttaki gerçek yağ yüzdesini ölçmek anlamına gelir. Aşırı yağ metabolik komplikasyonları, merkezi karın bölgesinde biriken yağ miktarından etkilenir.
Morbid obezite; obstrüktif uyku apnesi, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalık, kas-iskelet sistemi sorunları, diyabet, sosyal damgalama ve depresyon ile ilişkili olarak kabul edilen bir sağlık problemidir. Ancak, obez olan insanların %30’unun metabolik belirtileri olmadığını, ancak aşırı kiloların fiziksel yükünü yaşadığını hatırlamak önemlidir.
Lezzetli, enerji yoğun gıdaların ve modern yaşamın fiziksel isteklerinin azalan mevcudiyeti, toplumun son otuz yıldaki kilo artışını açıklayabilirken, topluluğun belirli üyelerinin bu obezojenik ortama daha fazla yatkınlığı, altında yatan genetik faktörlerden kaynaklanır.
Vücut kompozisyonu ölçümleri, leptin eksikliğinin, gövde ve uzuvlar üzerinde aşırı miktarda yağ ile belirgin bir klinik belirti ile birlikte yağ kütlesinin tercihli birikimi ile karakterize olduğunu göstermektedir.
AM, L. V. (2017). Genetics of obesity. The Royal Australian College of General Practitioners , 46 (7).
İlgi Şemin ve ark. (2014). Archives of CLINICAL TOXICOLOGY. 1 (1).
Nuray Öztaşan, Onur Oral. (2018). Genetics and Pathophysiology of obesity. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi , 11 (1), 265-272.
Prof. Dr. Gülden Köksa, l Dr. Dyt. Hülya Gökmen Özel. (2008). Okul öncesi dönmede obezite. Ankara.
Semerci, D. C. Obezite ve genetik. Gülhane Tıp Dergisi , 46 (4), 353-359.
Yaman, Y. D. (2014). Obezitede Diyet Tedavisi. Archives of Clinical Toxicology , 1 (1) , 9-10. İzmir.