Akne; genellikle ergenlik çağında görülen, her yaştan bireyi etkileyen, çok yönlü bir dermatoz, yani deri hastalığıdır. Patogenezi oldukça karışık olup, birçok faktöre bağlı olarak gelişebilen bir durumdur. Yaş, cinsiyet ve uyruğun akne üzerindeki etkisi hala kanıtlanamamıştır. Bulaşıcı olmayan bir hastalık olan aknenin en önemli anahtar etkenleri, diyet ve beslenme davranışıdır.
Tarihsel olarak, sivilce tedavisinde diyet konusu çok tartışılmıştır. Yeni epidemiyolojik çalışmalar, akne patogenezi üzerinde diyet faktörünün oldukça etkili olduğunu ortaya koymuştur. Özellikle süt ve süt ürünleri, et, çikolata ve fast-food gibi gıdalar, akne tedavisinde önem kazanmıştır. Daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğu aşikârdır.
Akne ve Akneye İlişkin Bilgiler
Akne, özellikle ergenlerde pilosebas follikülleri etkileyen, kronik, obstrüktif ve inflamatuar bir bozukluktur. Olumsuz vücut imajına ve dolayısıyla benlik saygısında azalmaya, endişeye ve depresyona yol açabilir.
Aknenin ergen nüfusun %79-95’ini, 25 yaşından büyük bireylerin %40-54’ünü, orta yaş kadınların %12’sini ve orta yaş erkeklerin %3’ünü etkilediği tahmin edilmektedir. Yetişkin kadınlarda görülen akne oranı, yetişkin erkeklerdeki akne oranına göre anlamlı olarak daha yüksektir.
Ergenlik çağının sonlarında akne insidansı artmaktadır. Bu artışın; batı diyetinin daha yaygın olduğu, ergenlik döneminin erken başladığı, genetik sürüklenmenin ve çevresel faktörlerin varlığının bir yan ürünü veya sonucu olup olmadığı henüz bilinmemektedir. Batı diyeti, yüksek miktarda şekerli tatlılar, rafine edilmiş tahıllar, yüksek proteinli, yüksek yağlı süt ürünleri ve yüksek şekerli içecekler ile karakterize edilen bir beslenme rejimi olup, gelişmiş ülkelerde ve bazı gelişmekte olan ülkelerde frekansı artmaktadır. ABD’de fast-food restoran müşterilerinin %80’i 18 yaşından küçük bireylerdir.
Akne, sebase bezlere etki eden hormonlar ve büyüme faktörleri (özellikle insülin benzeri büyüme faktörü (IGF-1)) tarafından yönlendirilir. Holokrin bir bez olan sebase bezinin salgısı, glandüler hücrelerin tamamen parçalanmasıyla oluşur. Bu salgı, yağ bezlerinin fonksiyonu ve hacimce artışı, sivilce lezyonlarının gelişimiyle paralellik gösteren önemli bir durumdur.
Androjenler de akne patogenezinde önemli rol oynamaktadır. Uzun süreli şiddetli sivilce prevalansı ile, yaşamın ilerleyen döneminde prostat kanseri riski arasında epidemiyolojik bir ilişki bulunmuştur. Akne tedavisinde kullanılan anti-androjenlerin bu ilişkide rol alabileceği düşünülmektedir. Bu konunun gelecekteki deneysel çalışmalarda daha fazla araştırılması gerekmektedir.
Ergen hastalarda görülen aknenin fizyopatolojisinde sık görülen en belirgin faktörler:
- İltihap,
- Propionibacterium acnes,
- Artan Sebum Üretimi,
- Pilosebasöz Kanal’dır.
Bu faktörlerin akne üzerindeki etkisi; yetişkin kadın, erkek ve ergen aknelerinde farklı olabileceği gibi, tedavi için farklı bir yaklaşım da gerektirebilir. Ergen aknesi ile yetişkin aknesi karşılaştırıldığında; mikrobiyolojileri arasında fark görünmese de, P.acnes’in yoğunluğu ve sebum salınımı seviyeleri arasında fark bulunmuştur. Kullanılan pek çok oral antibiyotiklere cevap vermemesi, P.acnes’in antibiyotik direncinin, erişkin sivilcesinin bir parçası olduğunu düşündürmekte, akne patogenezindeki rolü hala tartışılmaktadır. Yakın zamanda şifresi çözülmüş P.acnes genomu, bu bakterinin patojenik potansiyel sorununu bir kez daha ortaya koymuştur. P.acnes çeşitli hücre tiplerinde antimikrobiyal peptidleri ve proinflamatuar sitokinleri indüklediği gözlenmiştir. Filogenetik olarak farklı olan P.acnes kümelerinin son tanımlamasında; P. acnes suşlarının, akne lezyonlarını kötüleyen fırsatçı bir enfeksiyona neden olma ihtimali artmış olarak tanımlanmıştır. Gerçekten de, filogenetik olarak farklı olan P.acnes kümelerinin farklılıkları, sadece salgıladıkları proteinler değil, aynı zamanda bağışıklığı farklı uyarabilme yetenekleridir.
Sivilcenin kalıtsal bir hastalık olduğu yönündeki tartışmalar, bilim dünyasını meşgul etmeye devam ediyor. Yapılan bir çalışmada; Batı Avrupa, ABD ve Kanada gibi zengin bölgelerdeki aknenin yaygınlık ve eğilimi, Afrika, Latin Amerika ve Karayipler gibi fakir ülkelerdeki aknenin yaygınlık ve eğiliminden daha fazla olduğunu göstermektedir. Bu durumun ırksal farklılıklardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Akne patogenezinin, koyu tenli olanlarla, açık tenliler arasında biyolojik olarak farklılık gösterdiği bilinse de, akne ile hiperpigmentasyon arasında bir korelasyon olmadığı bulunmuştur.
384 kadının katıldığı gözlemsel bir çalışmada, birinci derece aile üyelerinin %56.8’inin de sivilceli bulunduğu bildirilmiştir. Sebum atılımı her ne kadar genetik faktörlerden etkilense de, klinik hastalığın gelişimine çevresel faktörler de aracılık etmektedir. Özellikle günlük stres ile akne şiddeti arasında bir korelasyon olduğu bilinmektedir.
Akne alevlenmelerinde kozmetik ürünlerin rolü hala tartışmalıdır. Birçok çalışma kozmetik ürünlerin ağırlaştırıcı bir rol oynadığını gösterse de, bazı çalışmalarda yetişkin kadın hastalarda ağırlaştırıcı bir faktör olarak gösterilmemiştir.
Önemli olan diğer faktörler; güneş maruziyeti ve sigara içilmesidir. Nikotin ile indüklenen sebum üretimindeki artış ve vitamin E üretimindeki azalma ile, sigara ve erişkin kadın akne arasında güçlü bir korelasyon da mevcuttur.
Akne Tedavisi
- Antibiyotikler
Genel olarak makrolidler, klindamisin ve eritromisin, P.acnes üzerinde bakteriyostatik etkisi ve anti-inflamatuar özelliklerinden dolayı, hafif ve orta dereceli akne tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Akne vulgaris tedavisinde antibiyotik kullanımı ile ilgili en büyük endişelerden biri, özellikle monoterapide P.acnes direncini arttırmaktır. Bu direnci önlemek için, hekim kontrolünde alınan antibiyotikler 12 haftalık bir süreyle sınırlandırılmalı ve retinoidler veya benzoil peroksit ile birlikte kullanılmalıdır.
Morover ve metformin, yüksek insülin, yüksek IGF-1 gibi Batı diyetinin yan etkilerini dengelerken aynı zamanda artmış lösin sinyalini dengeler. Metformin, lösinin bir inhibitörü olarak işlev görmektedir. Özellikle günlük metformin dozu (2 gr/gün) günlük 100 g et veya peynir tüketimi ile elde edilen 2 g lösini dengeleyebilir. İlginç olarak, yeni kanıtlar metformin tedavisinin kanser koruyucu etkilerine de işaret etmektedir.
Üzüm ve kırmızı şaraptan alınan, bir polifenolik flavonoid olan ‘Resveratrol’, akne mekanizmasının sinyalizasyonunu indirgemektedir.
Yeşil çay özütleri aktif anti-enflamatuar ve anti-proliferatif bileşiği olarak kabul edilir. %2’lik yeşil çay losyonu, hafif ila orta dereceli sivilce vulgaris tedavisinde etkili olmuştur. %3’lük yeşil çay losyonu ise, tedavinin ilk 8 haftasında sebum üretimini azaltmıştır. Bu veriler, akne tedavisinde doğal bitki kaynaklı akne inhibitörlerinin etkinliği için ön kanıt sağlamakta ve aknenin patogenezinde önemli rol oynadığını göstermektedir.
Yapılması Gereken Diyet Müdahalesi
- Toplam enerji, glukoz ve yağ alımı azaltılmalı,
- Yüksek süt protein tüketiminin aracılık ettiği insülin/IGF-1 sinyali azaltılmalı,
- Ağırlıklı olarak et ve süt proteinleri de dâhil olmak üzere, artmış hayvan proteini alımından kaynaklı toplam lösin alımı sınırlandırılmalıdır.
Bu beslenme stratejisi; sebze ve meyve tüketiminin arttırılması, hayvan kaynaklı yiyeceklerin azaltılması ve “diyetisyen” kontrolünde uygulanan sağlıklı beslenme planı ile sağlanabilir.
Sonuç olarak:
- Erişkin nüfustaki akne vulgaris insidansı, prevalansı ve kalıcılığını benzersiz şekilde etkileyen birçok faktör vardır. Diyet, psikolojik komorbiditeler ve hormonlar, özellikle genç ergenler üzerinde etkili olduğundan iyi sonuç verebilir.
- Yetişkin hastalara özgü faktörleri belirlemek ve daha iyi anlamak için çalışmaların devam etmesi gerekmektedir. Yetişkinler için disiplinlerarası bir eğitim ve tedavi, akne insidansındaki küresel eğilimin durması için daha iyi bir yol sağlayabilir.
- Kilo vermenin ve diyet müdahalesinin bağımsız etkilerini izole etmek ve altta yatan patofizyolojik mekanizmaları aydınlatmak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır.
Romanska-Gocka, K., et al., The possible role of diet in the pathogenesis of adult female acne. Postepy Dermatol Alergol, 2016. 33(6): p. 416-420.
Smith, R. N., Mann, N. J., Braue, A., Ma¨kela¨inen, H., & A.Varigos, G. (2007). A low-glycemic-load diet improves symptoms in acne vulgaris patients: a randomized controlled trial. The American Journal of Clinical Nutrition, 107-115.
Lynn, D.D., et al., The epidemiology of acne vulgaris in late adolescence. Adolesc Health Med Ther, 2016. 7: p. 13-25.
Melnik, B., Dietary intervention in acne: Attenuation of increased mTORC1 signaling promoted by Western diet. Dermatoendocrinol, 2012. 4(1): p. 20-32.
Reynolds, R.C., et al., Effect of the glycemic index of carbohydrates on Acne vulgaris. Nutrients, 2010. 2(10): p. 1060-72.
Kucharska, A., A. Szmurlo, and B. Sinska, Significance of diet in treated and untreated acne vulgaris. Postepy Dermatol Alergol, 2016. 33(2): p. 81-6.
Khayef, G., Young, J., Whitmore, B. B., & Spalding, T. (2012). Effects of fish oil supplementation on inflammatory acne. Lipids in Health and Disease, 165.
Ghodsi, S.Z., H. Orawa, and C.C. Zouboulis, Prevalence, severity, and severity risk factors of acne in high school pupils: a community-based study. J Invest Dermatol, 2009. 129(9): p. 2136-41.
Wyrzykowska, N., Wyrzykowski, M., Żaba, R. W., Silny, W., & Grzymisławski2, M. (2013). Diet and acne vulgaris. Przegląd Gastroenterologiczny.
Costa, C. S., & Bagatin, E. (2013). Evidence on acne therapy. Brazilian Cochrane Center and Department of Dermatology, 131.