İnsülin, metabolizmanın düzenlenmesinde rol alan önemli hormonlardan biridir. İnsülin, 1921 yılında Frederick Grant Banting ve ekibinin uzun uğraşları sonucunda keşfedilmiş ve gelişen çağımızın sık rastlanan hastalıklarından, diyabet hastalığının mekanizmasını ve tedavisini ortaya koymuştur.
Sağlıklı bir insanda kan şekeri seviyesi 70-100 mg/dl’dir. Yemek sonrası 1-2 saat içinde 160-170 mg/dl’yi aşmadan belirli bir seviye kadar yükselir. İki saat içerisinde normal sınıra iner. Öğün arasında ve uzun süren açlık durumunda kan şekeri normal seviyede tutulmaya devam eder. Glikozun bu şekilde düzenlenmesi; başta beyin, retina, eritrosit gibi organlar gibi öncelikli enerji kaynağı glikoz olan organlar için oldukça önemlidir. Dinlenme sırasında beyin glikozun %60’ını kullanmaktadır.
Dolaşımdaki normal insülin konsantrasyonuna karşı azalmış cevaba insülin direnci (insülin resistance) (IR) denilmektedir. Obez kişilerde, tip 2 diyabette ve diyabet olmayan kişilerde görülebilir. İnsülin direncinin altında yatan patofizyolojik nedenler yeterince aydınlatılamamış olmakla birlikte, genellikle insülin aktivite kusurunun etkili olduğu düşünülmektedir. İnsülin fonksiyonu, indirekt yoldan öglisemik insülin klemp metodu ile rutinde klinik değerlendirme ölçümü olarak yapılabilir.
Öglisemik İnsülin Klemp Tekniği:
Plazma insülin konsantrasyonu, sürekli bir insülin infüzyonu ile yaklaşık 100 mmU/ml’de hızla yükseltilir ve korunur. Plazma glikoz konsantrasyonu, negatif geri besleme prensibini kullanarak, değişken glikoz infüzyonu ile bazal seviyelerde sabit tutulur. Bu sabit durumdaki öglisemi koşulları altında, glukoz infüzyon hızı, vücuttaki bütün dokular tarafından glikoz alımına eşittir. Bu nedenle eksojen insüline karşı doku duyarlılığının bir ölçüsüdür.
İnsülin direnci sendromu veya bir diğer isimlendirme şekliyle Sendrom X, bazı klinik ve laboratuar bulguları ile metabolik sendromun bir arada görülmesi tablosudur. İnsülin direncinin yanında; obezite, hipertansiyon, dislipidemi, hiperinsülinemi gibi durumlar mevcutsa, hasta metabolik sendrom hastası olarak değerlendirilir. Bu nedenle, eğer hastada insülin direnci mevcutsa, metabolik sendrom açısından mutlaka değerlendirilme yapılmalıdır.
- İnsülin direnci görülmesinde, insülin reseptörleriyle ilgili olarak görülen gen mutasyonları da mevcuttur. İnsülin reseptör geninin mutasyonuna nadir rastlansa da, bu mutasyonun görüldüğü hastalarda insülin direnci sıklığı artmıştır. Glikojen sentaz ve Glut 4 gibi genlerde oluşan mutasyonlar, tip 2 diyabet gelişimi ve insülin direnciyle ilgili bulunmuştur.
İnsülin Direnci’nde Nasıl Beslenmelidir?
İnsülin direnci ile birlikte görülen; diyabet, hipertansiyon, dislipidemi ve metabolik sendrom gibi hastalıkların ve komplikasyonların önlenmesi ve tedavisinde, beslenmenin düzenlenmesinin rolü büyüktür.
- Henüz insülin direncinin başlangıç aşamasında olan bireyler için beslenme planı ve egzersiz oldukça önemlidir. Bu hastalar beslenmelerine özen gösterdikçe ve düzenli egzersizlere devam ettikçe, ideal kilolarına ulaşarak ve ideal kilolarını uzun süreli olarak devam ettirerek; diyabet, dislipidemi ve hipertansiyonun önüne geçebilirler.
Çok sayıda diyet modeli, kilo kontrolünü amaçlamaktadır. Temel noktada kalori tüketimini kısıtlamak, karbonhidrat ve/veya protein kısıtlaması uygulayarak makro besin dengesini yakalayabilmek ve rutin bir egzersiz programına sahip olabilmek yer almaktadır.
- Diyetlerde karbonhidrat miktarının kısıtlanmasıyla, serumda glikoz ve insülin seviyelerinin düşüşe neden olabileceği belirtilmiştir.
- Beslenme durumuyla insülin direncini önleyebilmek için, karbonhidratta ve toplam kaloride kısıtlamaya gidilmesi önerilmektedir. Aynı zamanda mutlaka eşlik eden bir egzersiz planının da beslenme planına eklenmesi bu verimin artmasını sağlayacaktır.
Çocuklarda Beslenmenin İnsülin Direnci Üzerine Etkisi
Prenatal, erken postnatal ve pubertal dönemde beslenme, insülin direncinin gelişimi ve sonuçları için çok önemlidir. Doğum öncesi dönemde cenin çevresi ve beslenme, daha sonraki yaşamlarda metabolizmanın programlanmasını engelliyor gibi görünmektedir.
Maternal beslenmede diyet; karbonhidrat, glisemik indeks, protein, yağ ve mikro besin içeriği, yenidoğanda insülin duyarlılığını etkileyebilir. Laktasyonun metabolizma üzerindeki etkileri ve yaşam boyu beslenme davranışları incelenmiştir. Ergenlik sırasındaki diyet alışkanlıkları ve diyet kalitesi, makro ve mikro besinlerin, lifler ve sebzelerce zengin bir diyet ve doymuş yağ, protein ve şekerler bakımından fakir bir diyetin, yeterli şekilde dağıtılması yoluyla patolojik insülin direncinin başlamasına engel olabileceği bildirilmiştir.
İnsülin direncinin önlenmesinin; makro-besinlerin yeterli bir dağılımını, lifler ve sebzelerce zengin bir diyet ve doymuş yağlar ve şekerler bakımından zayıf bir diyet uygulaması gerektiğini gösteren birçok çalışmanın sonuçlarına dayanarak önleme stratejileri belirlenmiştir. Glisemik indeksin insülin direncinin önlenmesindeki rolü de ayrıca geliştirilmiştir.
Genel olarak bildirdiğimiz epidemiyolojik ve deneysel çalışmaların sonuçları; artan diyet kalitesi ve doğru beslenme alışkanlıklarının teşvik edilmesi sayesinde, gençlerde insülin direnci (IR)’ni önlemeyi amaçlayan müdahale çalışmalarının gerekliliğini ortaya koymaktadır.
İnsülin direnciyle ilişkili en önemli diyet riski faktörleri aşağıdaki şekilde özetlenmiştir.
DeFronzo, R., Tobin, J., & Andres, R. (1979). Glucose clamp technique: a method for quantifying insulin secretion and resistance. The American journal of physiology , 214-23.
SAVAŞ, H. B., & GÜLTEKİN, F. (2017). İnsülin Direnci ve Klinik Önemi. Med J SDU , 116-125.