Bağırsak vücudumuz için çok önemli bir yapıdır. Yapılan son araştırmalar, bağırsaklarımızın sadece sindirimden sorumlu olmadığını, yapısında bulunan; bakteri, virüs, mantar gibi mikroorganizmaların vücudumuza birçok olumlu etkisi olduğunu gösteriyor. Hatta, bağırsak ikinci beyin olarak adlandırılıyor.
- Bir ön bilgi vermem gerekirse; bu yazıda prebiyotik, probiyotik gibi, son dönemlerde çok duyduğumuz kavramların ne demek olduğunu, bağırsak yapımızın hastalıklarla nasıl ilişki gösterdiğini okuyacaksınız ve eminim bu sizi oldukça şaşırtacak!
Başlamadan önce kısa bir bilgilendirme…
Flora ne demektir?
Tıptaki tanımı; vücudun belli bir bölgesinde yaşayan gözle görülmesi oldukça güç olan, minik canlılardır. Bakteriler, virüsler, algler gibi… Bağırsak, ağız, vajina, boğaz vs. gibi birçok organımızda bulunabilir. Bağırsağımızdaki floraya mikrobiyata diyoruz.
Bağırsağımızdaki flora, geçici ve kalıcı olabilir. Besinlerin sindirimini etkileyen ve bazı bakterilerin üremesini engelleyen kalıcı flora; B ve K gibi vitaminleri sentezler. K vitamini pıhtılaşmada rol oynarken, B vitaminleri, sinir sisteminden enerji üretimine kadar birçok metabolik faaliyetlerde rol alır. Patojen (hastalık yapıcı) mikroorganizmaların koloni oluşturmasının önüne geçer. Geçici flora ise, kalıcı floranın bozulması sonucu ortaya çıkar. Saatler ya da günler sürebilecek patojen bakteri istilası sonucu oluşur.
- Kişinin mikrobiyatası; doğum şekline, bebeğin anne sütü ile beslenip beslenmemesine, genetik yapıya, gebelik yaşına, beslenmeye, strese, alkol alımına, antibiyotik kullanımına ve prebiyotik, probiyotik alımına bağlı olarak değişebilmektedir.
Bebeğin sezaryen doğması annenin cilt mikrobiyatasına, normal doğması ise vajina mikrobiyatasıyla etkileşmesiyle, bağırsak yapısında farklılıklara sebep olur.
Fazla antibiyotik kullanımı mikrobiyatada hasara yol açarken, hasara uğrayan bağırsak yapısı da; obezite, ülseratif kolit, crohn, irritabl bağırsak sendromu gibi sıkıntılara yol açabilmektedir.
Farklı ülkelerde yaşayan kişilerin, farklı mikrobiyata yapısına sahip olma sebebi, eskiden genetik olarak düşünülmüşse de, günümüzde genetik yapıdan daha çok beslenmenin etkili olduğu bilinmektedir. Ülkeler arasındaki kültürel farklılık yemeğe, dolayısıyla bağırsak mikrobiyatasına da yansır. Örneğin; batı tarzı beslenmeden, bitkisel beslenmeye geçen kişinin bağırsağında ciddi değişimler gözlenmektedir.
Beslenme konusundan daha ayrıntılı bahsedecek olursak;
Düşük posa, düşük karbonhidrat, yüksek protein ve yüksek yağ alımı, mikrobiyatadaki çeşitliliği olumsuz etkiler. Bitkisel beslenme ve yeterli kırmızı et alımının olumlu etkileri bilinse de, kırmızı etin gereğinden fazla alımı bağırsak mikrobiyatası üzerinde olumsuz etki oluşturmaktadır.
- Yapılan araştırmalara göre; glütensiz beslenmenin, glüten hassasiyeti olan veya çölyak hastalığına sahip kişiler dışında uygulanmasının, bağırsak yapısına zarar verdiği bildirilmiştir. Bu durum, yararlı olan laktobasilus ve bifidobakteri adındaki mikroorganizmalarımızın sayısını azaltmaktadır. Vejetaryan diyetinin etkileri üzerine kanıtlanmış bir bildiri olmadığından, daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Mikrobiyata yapınızı desteklemek istiyorsanız, Akdeniz diyeti iyi bir seçenek olabilir.
Karbonhidrat ve posanın bağırsak mikrobiyatasını olumlu etkilemesinin sebebi; kolona sindirilmeden gelen, nişasta olmayan poligosakkarit, dirençli nişasta ve oligosakkariti, kolondaki bakterilerin enerji olarak kullanmalarıdır. Kolona gelen bu yapılar parçalandığında; kısa yağ zincirleri, asetat, bütirat gibi yapılar oluşur. Bütirat, kolon kanserini önlemede etkili iken, asetat ise iştah regülasyonunu sağlamakta görevlidir.
Nedir bu, “prebiyotik probiyotik” meselesi?
Gastrointestinal (mide bağırsak sistemi) mikroorganizmaların faaliyetini etkileyen, kişinin sağlıklı ve iyi olma hali üzerinde pozitif etki gösteren yapılara prebiyotik denir. Prebiyotik; patojen (hastalık yapıcı) etkisi olmayan, mide ve safra asidine dayanıklı, bağırsak epiteline tutunabilen, sindirim kanalında canlı kalabilen, doğal floraya adapte olabilen besinler olarak da açıklanabilir. Muz, elma, çilek, kuşkonmaz, enginar, soya fasulyesi, tam buğday, keten tohumu, badem, ceviz prebiyotik besinlerdir. Prebiyotikler; diş çürüğü, akut diyare (ishal), alerji, yüksek kolesterol, laktoz intöleransı (hassasiyeti) durumlarına olumlu etki oluşturur.
Probiyotikler ise, immün (bağışıklık) sistemini düzenler. Fermante süt, yoğurt, kefir probiyotik kaynaklarıdır.
Araştırmalara göre, obezite gibi metabolik hastalıkların dışında; bipolar depresyon, şizofreni, stres gibi hastalıklara sahip insanların mikrobiyatası, sağlıklı insanlara göre daha farklı olduğu bildirilmiştir. Bu bildiriler, beyin ve bağırsak arasında bağlantı olduğunun bir göstergesi olmaktadır.
- İkinci beyninize iyi bakın. Bilim dünyasının yapacağı yeni araştırmalarla, ikinci beynimizin çok daha farklı yanlarını görmemiz muhtemel olacaktır.
Jürgen Schrezenmeir, M. d. (tarih yok). Probiotics, prebiotics, and synbiotics- apporoaching a definition.
Nur Ceylan, H. A. (2012). Bağırsak Mikrobiyatası ve Probiyotikler. Muğla.
Thomas F. S. Bastiaanssen, C. S. (tarih yok). Making Sense of…the Microbiome in Psychiatry.